Orphan (2009) Evdeki Düşman

"Sürpriz son diye buna denir"

Korku sineması son zamanlarda katil çocuk kimliğini kullanmaya başladı. Bu blogda incelemesi bulunan "Histeri"ye ek olarak, "Kan gölü (Eden Lake) " de aynı dönemde gösterime girdi. Son katil çocuğumuz ise Esther.

Evdeki Düşman'ın yönetmeni, yine blogda incelemesini bulabileceğiniz Mumya Evi'nden tanıdığımız Jaume Collet-Serra. Filmin girişi, hamile olanların izlememesi gereken bir sahneyle açılıyor. Başarısız olan bir gebeliğin ardından, bir erkek bir de sağır kızları olan Kate ve John çifti, acılarını unutmak için, Rus asıllı Esther'i evlat ediniyorlar. Aileye katılan bu yabancı konusu farklı okumaya müsait. Esther'in ABD vatandaşı değil de Rus asıllı olması yabancılaşmayı arttıran bir özellik. (Belki yabancı düşmanlığı.)

Acılarını yaşamak yerine yaptıkları tercih, Kate ve John çifti için daha büyük acılara neden oluyor. Çünkü Esther'ın bir sorunu var. Tıpkı çizdiği resimlerin mavi ışıkta başka resimlere dönüşmesi gibi, sevimli görünen EstHer da aslında içinde başka bir ruh taşıyor.

Film, kimin ölüp kimin kalacağı konusunda izleyiciyi ters köşeye yatırmasına ek olarak başka bir sırra da sahip. Esther'in derdini filmin sonunda öğrendiğimizde 6.His ve Testere filmlerini bile geride bırakacak bir sürprizle karşılaşıyoruz. Filmin belki de en ürkütücü sahnesi bu sırrın açıklandığı ve kameranın bize gerçekleri gösterdiği sahneler.

"Evdeki Düşman" içinde kimi zaman klişeleri barındıran, kimi zaman diğer filmleri anımsatan sahnelere sahip. Örneğin filmin sonundaki diyalog, akla hemen "Halka 2" yi getiriyor. Düşünüldüğünde aslında "Halka" da, aile arayan bir çocukla ilgili.

Gelelim filmin en övgüye değer yanına.Tabi ki Esther'ı canlandıran 12 yaşındaki oyuncu Isabelle Fuhrman. Aksanlı konuşmayı ve dilsiz alfabesini öğrenen oyuncu sıcak görünüp buz olmayı çok iyi başarıyor. Ne diyelim? Dışı bizi, içi Esther'i yakar.

The Children (2008) Histeri

"Besle kargayı, oysun gözünü"

"Waz" filminin yönetmeni Tom Shankeand'ın yönettiği "The Children", yılbaşını kutlamak için buluşan iki ailenin, çocukları tarafından saldırıya uğramasını anlatıyor.

Filmin açılış jeneriğinde, kuş sürüsü gibi ses çıkaran çocukların gürültüsü fonda kullanılıyor. Aklınıza "Kuşlar" filmi gelebilir. Zira filmde zarar veren canlılar kuşlar olmasa da, kuşlar gibi zararsız olarak görünen çocuklar.

Filmin başından beri yönetmen, çocuklarda bir tuhaflık olduğunu başarıyla hissettiriyor.Aile üyelerinin masada yemek yediği sahneden sonra ise olaylar başlıyor. Çocukların bir anda histeri geçirir gibi davranmaları sizi rahatsız ederken, bağırma sesleri ise iyice husursuz ediyor.

Bu sahneden sonra katil çocuklar harekete geçiyor. Doğal olarak aile üyeleri besleyip büyüttükleri bu çocukların, kendilerine zarar verebileceğine inanmıyor. Bir nevi besle kargayı, oysun gözünü olayı.(Hatta filmde böyle bir sahne de mevcut) Çocuklarını dünyaya getirip, onları hayata hazırlarken kendi yaşamlarını eskisi gibi yaşayamayan ve kendi hayallerinden feragat eden ailelere bir uyarı olarak görmek de mümkün filmi. “Sen onları dünyaya getirirsin, onlar seni dışına atar” görüşünün afiş cümlesi olduğunu belirtelim.

Filmde kimi zaman etik sorunlara yol açabilecek bazı sahneler bulunsa da (örneğin bazı çocukların öldürülmesi), bu sahneleri albeniye dönüştürmemesi artı olarak görülebilir. Filmin finalinde kurtulan aile üyelerinin, etrafını saran çocuklardan arabayla uzaklaşırken, fonda yine kuş sesini andıran çocuk çığlıklarının duyulması, aklınıza tekrar "Kuşlar" filminin final sahnesini getirebilir.

Filmde "Elektra kompleksi" gibi psikolojik okumalar yapmak da mümkün. Anne-kız çatışması, erkek çocuk-baba çatışması, suçlanmaya hazır asi genç kız gibi. Hikayesi ilginç olan film, sesle sıçratma tekniği ile kimi zaman basit korkutma yöntemlerine kaçsa da, bir anda arkadan gelerek kafanıza sarılan, sevmek için kucağınıza aldığınızda yüzünüze okkalı bir tokat atan çocukların doğal hareketlerini bile tedirgin edici şekilde sunmayı başarıyor.

İnsanların en savunmasız oldukları ve zarar görmeyeceklerini düşündükleri çocuk bedenlerin katil olarak kullanıldığı diğer filmlerle ilgilenenler şunlara göz atabilir: "Kehanet (The Omen) ", "Hayvan Mezarlığı (Pet Sematary) ", "İyi Evlat (The Good Son)"

House of Wax (2005) Mumya Evi

"Mumyamı yap, ikizim olsun"

Vincent Price'ın oynadığı ilk "Mumya Evi", 1953 yılında çekilmişti."Hollywood kısır döngüye girdi" klişesine girmeden, Warner Bros'un elindeki bu filmi, 2005'te günümüz izleyicisi için yeniden çektiğini belirtelim. Üstelik cadılar bayramında her seferinde bir korku filmi üreten Dark Castle Entertainment yapımcılığıyla. Adını 50'lerin korku sinemasına yön veren yönetmen, William Catle'dan alan şirket, her yıl cadılar bayramında yeni bir film çekiyor. "Lanetli Tepe"yle başlayan (o da yeniden çevrim) şirket "Gothika", "Hayalet Gemi", "13 Hayalet" gibi filmlerle yoluna devam ediyor.

Dark Castle diğer yeniden çevrim yapımlarında olduğu gibi "Mumya Evi"'nde de ilk filmin hikayesini birebir anlatmıyor. Zaten 1953 yılında çekilen "Mumya Evi" de, 1933 tarihli "Mystery in the Wax Museum" filminden esinleşmişti. Ayrıca çekilen ilk 3 boyutlu korku filmi olma unvanını kazanmıştı.

Mumya Evi, zamanında 3 boyutla izleyicileri etkileyen eski versiyonla yarışabilmek için, şiddet sahnelerini kullanarak izleyicileri rahatsız etmek istemiş olmalı ki, korkutmaktan ziyade iğrençliği alenen sergileyen bir film olmuş. Karşımızdaki film popüler kültür endüstrisinin bir ürünü olduğundan bu normal olarak görülebilir. Zaten filmde, seveni olduğu kadar kendisinden nefret edeni de fazla olan Paris Hilton'ın da yer alması, ticari amacını açıkça ortaya koyuyor. Film gösterime girdiği gün, üzerinde "Paris Hilton'ın ölümünü gördüm" yazan bir t-shirt dağıtılmıştı.

Bu teen-slasher (gençlerin kesilip, doğrandığı filmler) alt türüne giren film, zamanın durduğu, tamamı balmumundan yapılmış bir kasabada geçiyor. Gizli yerlere girmemek kuralını bozan gençler teker teker öldürülüyor. Köylü ve şehirli karşıtlığının bulunduğu film, iyi ikiz ve kötü ikiz mitine de yer veriyor.Filmde katil olan kardeşler Bo ve Vincent, kurban olan Carly ve Nick arasındaki ilişkiler buna örnek. Carly ve Nick saldırı anında, "What Ever Happened to Baby Jane?" filminin gösterildiği sinema salonuna giriyorlar. Sinema perdesinin ayna olduğunu düşünürsek, katillerin salona yerleştirdikleri bu film, ikizlerin ilişkilerini yansıtan bir metinlerarasılık olarak işliyor.

Mumya Evi, Edgar Allan Poe'nun "Oval Portre" hikayesindeki gibi, bir şeyin aynısı yapılınca diğerinin yaşamasına gerek kalmaması ve ölmesi kuralı üzerine de düşünülebilir. Müzede sergilenen mum heykellerin aslında gerçek insanlar olmaları, gençlerin mumdan heykellerinin yapılması için ölmelerinin gerekmesi buna örnek verilebilir.

Eğlence amaçlı bu film, internete kamera görüntüleri düşünce zor günler geçiren Paris Hilton konusuna da değiniyor. Çadırda sevgilisi uyurken katil tarafından filme çekiliyor, hatta ölümü bile kayda alınıyor. (Ölümüne fallik bir nesne neden oluyor.)Kötü şöhretle anılan Paris Hilton'ın , arabada erkek arkadaşıyla olduğu bir sahnede biz izleyiciler "Paris yine edepsiz hareketler yapıyor" diye düşünüyoruz. Filmdeki arkadaşlarının da bizimle hem fikir olduğu sırada, etiketlemeye baştan hazır izleyici aslında, Paris'in masum bir hareket yaptığını anlıyor.

Sonuç olarak popüler kültür için çekilmiş olduğunu unutmadan, teen-slasher ve istismar filmlerinden keyif alan (!) izleyicilere filmin Dvd'sini tavsiye edebiliriz. Özenle yapıldığı belli olan Mumya Müzesi'nin erime sahnesi de ödülünüz olur.

DVD içerik

Oyunculardan Yorumlar: Elisha Cuthbert, Chad M. Murray, Jared Padalecki ve Paris Hilton bir odada oturarak filmin kamera arkası görüntüleri üzerine konuşuyorlar.

Mumyalamak: Balmumu heykellerin ve Vincent'ın deforme yüzünün yapılışı hakkında bilgi sunan bir bölüm.

Mumya Evi'nin Yapılışı: Erime sahnesine kadar geçen süre içinde Mumya Müzesi'nin nasıl yapıldığı ve kasabanın nasıl oluşturulduğunu anlatan bu bölümde, ilginç şeyler bulmak mümkün.

Alternatif Açılış: Filmin açılışı için düşünülmüş ancak sonradan çıkarılmış, kanlı ve etkileyici bir sahne. Filmin normal açılışı daha yerinde olmuş.

Çekim Hataları: Gülebileceğiniz bazı hatalar mevcut.

Yapım Yerinden,Joel Silver Anlatıyor: Espirili olan bu bölümde filmin yapımcısı Kiss Kiss, Bang Bang filminin setinde, Dark Castle hakkında bilgi veriyor.

Filmin Fragmanıyla son bulan Dvd'yi, Türkçe dublajlı ve Türkçe altyazılı izleyebilirsiniz. Ekstralar Türkçe altyazı destekli değil ama İngilizce altyazı mevcut.

Final Destination 4 (2009) Son durak 4


"Ölüm en iyisini sona sakladı"

Korku sinemasının kısır döngü yaşadığı yıllarda Son Durak, korku türüne yenilik getirmişti. 2000 yılında James Wong tarafından çekilen filmde Alex, Paris'e yolculuk yapan uçağın patlayacağını önceden bilerek, arkadaşlarından bazılarını uçaktan indiriyor ve Azrail, eceli geldiği halde hayatta kalan gençlerin peşine düşüyordu. Serinin diğer filmleri ilkini tekrar etse de, gişede yüksek gelir elde ettiklerinden, New Line Cinema seriyi sürdürdü. İkinci bölümde otoyol kazası, üçüncü bölümde ise hız treninden kurtulan gençler ölüyordu.

Bu sefer Son Durak'ta araba yarışlarını izlemeye giden ve yarış pisti cehenneme dönmeden kaçmayı başaran gençlerin, Azrail'le mücadelesini izleyeceğiz. Gerçi kazanacak olan şimdiden belli. Azrail'i durdurmak için kendisini 2.bölümde hastaneye kapatan Clair'in bile oldukça kötü bir sonla gittiğini düşünürsek... Zaten kazananı belli olan filmi izlemekteki amaç, ölümün hangi yaratıcı taktiklerle kazandığını görmek. Tıpkı suyu çıkmış Saw(Testere) serisinin Jigsaw'u gibi. Belli de olmaz, belki bu sefer gençler bir yolunu bulup ölümü kandırır.

Son durak serisinin en önemli özelliklerinden biri, açılış sahnelerinin ihtişamlı ve acımasız olması. Fragmandan anladığımız kadarıyla bu özellikler, serinin bu bölümünde de mevcut. Ancak filmin etkisini arttıracak en önemli unsur 3-D, yani üç boyutlu olması. Ölüm, gerçekten en iyisini sona saklamış anlaşılan.

İkinci filmin de yönetmeni olan David R. Ellis tarafından çekilen, serinin bu son filmi, bakalım bize ölümü üç boyutlu nasıl yaşatacak.

Acrooss The Universe (2007) Seni İstiyorum

"Paralel Evrenler"

"Frida"nın yönetmeni Julia Taymor'ın yönettiği film, Vietnam savaşının neden olduğu Amerika'daki dalgalanmayı, bir aşk hikayesi içinde anlatıyor. Liverpool da yaşayan Jude, babasını bulmak için Amerika'ya gider, özgürlük hareketlerinin etkisine kapılır ve orada Lucy'e aşık olur.

Yönetmen 33 Beatles şarkısını kullanarak hikayesini anlatıyor.Hikayesi dağılmalar gösterse de filmin asıl başarısı şarkıları yerli yerince oturtabilmesi ve sıradaki şarkıya geçiş nedeni vermesi. Klasik aşk hikayesi arkasında, yönetmen savaşın etkilerini, farklı kültürlerin acı çekişini, gençlerin yok yere ölmek istememelerine değiniyor.Özellikle "I want you" sahnesinde gençlerin taze et olarak sunulmaları oldukça etkileyici.

Oyucuların iyi performans sergilediği filmin sürprizleri de var.U2'dan Bono, Dr.Robert rolünde ve yönetmenin önceki filmi "Frida"nın başrol oyuncusu Salma Hayek ise hemşire rolünde kısa da olsa filmde yer alıyorlar. Filmin en ağır topu tabi ki Beatles şarkıları.Pek çok sahne favoriniz olabilir, olmadı Beatles albümü gibi keyifle dinlemek için bile filmin Dvd'sini alabilirsiniz.

Yazıyı bitirmeden karakterlerden Jude, Prudence, Mr.Kite ve Lucy'nin isimlerinin grubun şarkılarından geldiğini belirtelim. Filmin Türkçe adının "Seni istiyorum" olarak çevrilmesi de manidar. Bu isim savaş zamanı Uncle Sam olarak ünlenen karikatürün , parmağı havada "seni Amerikan ordusu için istiyorum" posterinden geliyor.

The Day The Earth Stood Still (2008) Dünyanın Durduğu Gün

"Biri şalteri indirsin"

Reklam panolarıyla hayatı tüketen bir dünya. Bununla yetinmiyor. Öyle ki doğayı bile tüketiyor. Canavarcasına... Tüketim içindeki bu insanlar karşıdakinin gözünün içine bakarak hırsızlık yapıyor, ölümüne bile aldırmıyor.

Manhattan’a inen yabancı cisim ekonomiyi etkiliyor. Borsa alt üst oluyor. İnsanlar hammadde sorunu çekip yağmacılık yapıyor.

Yeterince kötü değil mi? Ulusal güvenlik adı altında istediğini yapabileceğini sanan güçler. Bu güçler öyle ki acil durum ilan edip, sizi çocuğunuzdan ayırabiliyor ve iletişim kurmanızı bile engellemeye çalışıyor. Foucault’un “panaptikon”da belirttiği gibi, sizin hakkınızda her şeyi biliyor.

Sahip oldukları silahlarla güçleri her şeye yetecek sanıyorlar ama bu sefer silahları ters tepiyor. Her ateşte, dışarıdan gelen yabancının gücü iki katı artıyor. Silahları kendilerine dönüyor. Kendisini güvende sanan başkan, sekreterini dinlemeyerek silah kullanımına onay veriyor.

Bu dünyayı kurtarmanın yolu var mı? Ya da kurtarmaya değer mi? Dünya ölünce insanlarda ölecek ama en azından insanlar ölünce dünya kurtulacak. Uzaylı Klaatu çözümü ikincide buluyor. Kaderlerini kabullenmiş bir ırk için ne yapılabilir? Dünyayı tüketip sonunu getirdiğini bilen ama değiştirmek için uğraşmayan. Eşiğe gelene kadar bir şey yapmayan. Onlar için belki bir şey yapılamaz ama insanlar öldükten sonra doğanın devamı için Nuh’un gemisindeki gibi her cinsten alınabilir. İnsanların göstermediği saygıyı dışarıdan gelen gösterebilir.

ABD, Klaatu’ya “burası bizim gezegenimiz” diyor. Belki insanların gezegeni olduğunu kast ediyor. Ama dünya insanların bile değil. Kendisini büyük gören insanlar dünyanın, bir sistemin parçası olduğunu unutuyor.

Klaatu insan ırkının kötü yanlarını biliyor. Ancak evrensel dile sahip bir sanat olan müzikle tanışması bize biraz umut oluyor. Bach onun bile duygularına sesleniyor. İnsanlar sanat eserleri üretip duyguları etkileyebiliyor. Çocuklarına sevgi hissedebiliyor, öz çocukları olmasa da. Belki bunlar için insanlık kurtarılmaya değer.

İnsanlığın gerekli dersi aldığı düşünülerek tüm şalter indiriliyor. Tüketmeye alışmış insanın bundan sonra ne yapacağını merak etmek de bize kalıyor.

Funny Games (1997,2005) Ölümcül Oyunlar

"Haneke huzursuz seyirler diler"
Haneke’nin 1997 yapımı Ölümcül Oyunları (Funny Games) nedensiz şiddeti inceliyor. Özellikle sinemada şiddet sahnelerinin gösterişli sunulması ve izleyicilerin bunları tüketmesine kızan yönetmen, nedensiz şiddetin anlamsızlığını haneye tecavüz üzerinden izleyiciye gösteriyor.

Anna ve Georg, küçük oğullarıyla birlikte dinlenmek için yazlık evlerine giderler, temiz yüzlü ve kibar görünen iki genç tarafından esir alınırlar. Böylece onların ölümcül oyunlarının kurbanları olmalarındaki süreç başlar.

Yönetmen, filmde kullandığı şiddeti izleyiciyi boğacak ve rahatsız edecek şekilde sunar. Şiddeti keyif almak için izleyen seyircinin kendisi, bu şiddetten rahatsız olur. Haneke'nin bu filmi eştirmenlerinin ikiye bölünmesine neden olmuştur. Bazıları yok edilmesi gereken bir film olarak görürken, bazıları başyapıt ilan etmiştir. Michael Haneke bu şiddet sorunsalının daha çok kişi tarafından düşünülmesini istiyor olmalı ki geçtiğimiz yıl filmi, tanınmış oyuncularla, Hollywood’da yeniden çekti. Hem de hemen hiçbir değişiklik yapmadan aynı senaryo, aynı diyaloglar ve aynı planlarla. Sadece oyuncular ve karakter isimleri değişti.

Sinema tarihine baktığımızda bir filmin yeniden çevrilmesindeki asıl sebep onu daha iyi yapma çabası ama Haneke’nin 1997 yapımı filmi zaten iyi bir filmken, herkes neden bir daha çektiğini düşündü. Bazıları para kazanmak için dese de asıl önemli neden, daha çok kişiye ve alt yazı okumayan Amerikalılara İngilizce olarak ulaşma isteği olmalı. Şiddeti filmlerde çokça tüketen Amerikalı izleyicileri düşünürsek ikinci neden daha baskın.
Her iki versiyonu da izlemeniz şiddetle(!) tavsiye edilir.

Dvd İçerik:

Funny Games (1997): Maalesef hiçbir ekstra bulunmuyor.Y ıllarca bekledikten sonra Dvd sinin çıkması bile yeterince sevindirici.

Funny Games (2007): Haneke röportajı ve Fragman mevcut.